Gezgin Bir Anlatım Ustası: Lawrence Durrell


Lawrence Durrell "Çok gezen mi bilir çok okuyan mı?" sorusunu iki ucundan da tutmuş ve deneyimleriyle harmanladığı eserler vermiş bir yazar. Hindistan'da doğup İngiltere'de büyümüş, daha Yunanistan ve çeşitli Akdeniz ülkelerinde yaşamış. Hiçbir zaman Britanya vatandaşı olmamış, Britanya'ya giriş ve orada ikamet izni alamamış, her girişinde vize almak durumunda kalmış.

Yersiz yurtsuz biri demek ne kadar doğru olur bilinmez çünkü Ege ve Akdeniz onu kucaklamış: Yunanistan'ın Korfu Adası, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Rodos, İskenderiye, Kıbrıs...

Louis-Ferdinand Céline'nin Gecenin Sonuna Yolculuk kitabının başlangıcında şöyle bir cümle yer alır: "Yolculuk etmek, çok işe yarar, düş gücünü çalıştırır." Lawrence Durrell'in kitaplarındaki anlatım zenginliğinin ve düş gücünün de onun seyahatlerinden beslendiği yadsınamaz.

Ne mutlu ki Lawrence Durrell Türkiye'de keşfedilmiş ve kitapları iyi bir şekilde Türkçeye çevrilmiş bir yazar. Bu kitaplarından en ünlüsü ve şu anda baskısı olanlar İskenderiye Dörtlüsü'ndeki JustineBalthazarMountolive ve Clea. Bu kitaplarda bir karakter başka bir karakteri anlatıyor ve dört ana karakterin inceliklerinden ilişkilerine kadar doyumsuz bir anlatım şöleninde buluyorsunuz kendinizi. Ama ana karakterlere kapılıp yan karakterleri es geçmeyin! Fahişe Melissa ve travesti Scobie gibi eşsiz karakterleri de barındırıyor bu dörtleme. Dörtleme genelde oryantalist eğilimiyle eleştiriliyor (Katılmakla birlikte, Scobie hariç diyelim.)

Avignon BeşlemesiSırbistan Üzerinde Beyaz KartallarKaranlık Labirent, anılarının yer aldığı Kıbrıs'ın Acı Limonları da Durrell'in okuyabileceğiniz kitapları arasında.

Lawrence Durrell'in şair de olduğunu ama romanlarının gölgesinde kaldığını da not düşelim.

Seyahat hakkında kendi kelimelerinden bir alıntıyla sonlandıralım yazıyı. Kıbrıs'ın Acı Limonları'ndan gelsin: "Seyahatler, sanatçılar gibi, kendiliğinden doğar, oluşturulmaz. Binlerce farklı koşul onlara katkıda bulunur, bu koşulların çok azı bilinçlidir veya irade tarafından belirlenmiştir; ne düşünürsek düşünelim."




Editörden Yazısı

Editörden yazısı dergilerin olmazsa olmazıdır, her sayıya has bir önsözdür. Okurlarla yeni bir sayının heyecanını paylaşmak, onları dergiye buyur etmek ve onlara dergide, o sayıda neler bulabileceklerini anlatmaktır.

Biz de Çerçi Sanat'ı Editörden yazısından mahrum bırakmıyoruz. Hatta dergideki öyküler, şiirler ve denemeler kadar keyif alabileceğiniz tatta metinlerle karşınıza çıkmaya çabalıyoruz.

İşte ilk iki sayımızdaki Editörden yazılarımız:

1. Sayıda


İlk sayımızda yepyeni bir maceraya atılmanın sevincini sizlerle paylaştık. Çerçi nedir, Çerçi Sanat nedir, hepsine değinmeyi amaçladık:

"Çerçi, böylesi sorunlarla sesi soluğu çıkmayacak hale getirilmiş sanat ortamına belki de bir çıkış olma umuduyla oluşturulmuş bir sanat kolektifidir. Çerçi, özerktir. Tuttuğu yolun özel bir yol olduğunun bilinciyle hareket eder. Hesap defteri tutmaz. Hesap defterleri tüccarlara özeldir çünkü. Çıkar ilişkilerinin dört bir yanı sardığı günümüzde hesap defteri tutmayacak kadar budaladır. Bu budalalığının haklı gururunu yaşar yürüdüğü patikalarda. Çünkü ulaşabilirse bir güzelliğe ancak bu budalalıkla ulaşılabileceğini bilir. Hayalperestliği de buradan gelir. Sanata olan güveni de… Hatta insana olan güveni de… Çerçi için iyi metin dünyayı kurtaracaktır.Çok fazla konuşmayıp sözü dergiye bırakalım artık."

Tamamını okumak için: http://cercisanat.com/dergi/1

2. Sayıda


İkinci sayımızda heyecanımız, daha da iyi bir sayı çıkarabilme hedefiyle daha da artmıştı. Hislerimize yine Editörden yazımızı tercüman etme yoluna gittik ve e-dergi olmanın inceliklerine değindik:

"Peki, Çerçi Sanat neden sadece internet üzerinden yayın yapıyor? İnternet üzerinden yayın yapmamızın öncelikli nedeni ulaşılabilirlik. Çünkü Çerçi Sanat olarak, sanat dergilerinin kolay ulaşılabilir olması gerektiğini düşünüyoruz. Şöyle ki yayın-yayım hayatına başlayan sanat dergisinin amacı bellidir: çok satmak. Tabii ki değil. Bizce bir sanat dergisinin ilk amacı herkese açık olmasıdır. Yani sadece edebiyatla ilgilenen kısıtlı bir zümre yerine bütün toplumun (hatırlatırız Çerçi hayalperesttir) faydasına sunulmalıdır. Sadece matbu alana hapsedilmiş dergilerin ne kadar ulaşılabilir olduğu ortadadır."

Tamamını okumak için: http://cercisanat.com/dergi/2

Üçüncü sayıda sizi ve bizi nasıl bir Editörden yazısı bekliyor, çok yakında göreceğiz!

Sanatın sınırları nedir?

Sanatın sınırları nedir? Sanat nerede başlar, nerede biter? Yüzyıllardır tartışılan ve yanıt bulunamayan bir soru...

Resim, müzik, heykel, sinema, fotoğrafçılık gibi dalları sanata dahil etmekte pek tereddüt etmiyoruz. Tabii eserlerin kalitesi, yaratıcılık gibi etmenler kararımızı etkiliyor.

Günümüzde olanaklar arttıkça sanatın sınırları daha da genişliyor ve yaptığımız tanımlamalar öncekilerden de muğlak hale geliyor.

Sanatta kullanılan malzemeler herhangi bir şey, sanat yapılan mekanlar herhangi bir yer olabilir. Sanatı sanat yapan en önemli unsurlardan biri bu özgürlük belki de...

Geri dönüşüm desek kulağa sanatsal gelir mi? Son yıllarda yapılamlara bakarsak bizim sadece çöp diye baktığımız birçok şey sanat eseri olarak karşımıza çıkıyor. Eski CD'ler, tuvalet kağıdının kartonu, atılmış kitaplar, aerosoller, pikseller...

Bu yazıya vesile olan, bir adli tıp uzmanı. Kafatası şeklindeki bir votka şişesi adli tıp teknikleriyle tamamlanırsa ortaya nasıl biri çıkar diye merak etmiş. Sonuç, şen şakrak görünümlü, potansiyel bir alem arkadaşı. Peki, bunun sanat olup olmadığına nasıl karar vereceğiz?

Yaratıcılık, emek, malzeme, haz, pek çok etmen, bir o kadar göreceli. Ama şunu kendimizden emin bir şekilde söylemekte sakınca yok galiba: Ne mutlu dünyaya sanat eseri getirenlere!




Richard Wagner ve Gesamtkunstwerk

Richard Wagner 19. yüzyıla damgasını vuran, çok yönlü bir müzisyen. Sadece opera bestecisi değil yönetmeni (Beethoven'ın eserleri dahil), tiyatro direktörü. Ayrıca müzik hakkında teorileri ve yazıları da bulunuyor.

Tartışmalı siyasi görüşlere sahip olsa da müzik alanında bir çığır açtığı göz ardı edilemez bir gerçek. Richard Wagner'in dünyaya armağan eserler bugün hala aynı coşkuyla dinleniyor ve sahneleniyor. Wagner'in en önemli teorik katkılarından biriyse "Gesamtkunstwerk".

Gesamtkunstwerk


Gesamtkunstwerk kelime anlamı olarak "bütün sanat eseri" demek. Daha açıklayıcı bir şekilde "sanatların sentezi" diyebiliriz. Wagner bir sanat eserinin birçok sanatın bir araya getirilerek oluşturulmasını savunuyordu. Müzikle birlikte şiir ve tiyatronun estetik bir şekilde bir araya getirilerek eksiksiz olarak ortaya konulan sanat eseridir Gesamtkunstwerk. Wagner'in bu teorisi sadece opera sanatını değil sinemayı da etkilemiş bir teoridir.

Wagner'den sonra, Gesamtkunstwerk mimaride de kullanılmıştır. Sanat eserinde olduğu gibi bir bina da dış görünümü, iç tasarımı, bulunduğu yer ve süslemeleriyle bir bütün olarak görülür. Mimarideki Gesamtkunstwerk'in temelleri aslında Rönesans döneminde, Michelangelo gibi sanatçılar tarafından atılmış, Barok döneminde de devamı getirilmişti. Frank Lloyd Wright gibi mimarlar tarafından da devamı getirildi.

Siyasi görüşleri


Richard Wagner müzik alanındaki katkılarının dışında kötü bir üne de sahip. Ari ırkı savunan ve Yahudi karşıtı olan Wagner, bu minvalde birçok yazının da sahibi. Antisemitik görüşlerini böyle dile getirmesine rağmen Yahudi dostları, meslektaşları ve destekçileri oldu. Hitler, Wagner'in müziklerinin hayranıydı ve Wagner, onun gelecekteki düşüncelerini şekillendiren şahsiyetlerden biri oldu.

Wagner'i sosyalist olarak yorumlayanlar da oldu, eleştirenler de. (Zamanında onun müzik ve operaya getirdiği yenilikleri reddeden ateşli karşıtları da bulunuyordu.) George Bernard Shaw, Theodor Adorno ve Walter Benjamin onun hakkında yorumlar kaleme aldılar. Benjamin, Wagner'i "burjuva yanlış bilinci"nin bir örneği olarak gösterdi.

Friedrich Nietzsche


Filozof Friedrich Nietzsche, müziğine hayran olduğu Richard Wagner'le ve daha sonra eşi Cosima'yla tanıştı. Nietzsche'nin bu hayranlığı karşılıksız değildi. Wagner de akademik çevrede onun felsefesini savundu. İlerleyen zamanlarda Nietzsche'nin düşünceleri değişmeye başladı. Nietzsche'nin birbirinden bağımsız olarak yayınladığı dört uzun denemede Schopenhauer ve Wagner'in Alman kültürünün gelişmesi için önerdikleri yolları kültürel açıdan eleştirdi. Nietzsche'nin Paul Ree'yle yakınlaşıp pesimizmi bırakması, Beyrut Festivali'ndeki bayağı gösteriler ve insanların tavırları, kendinin karşıtlık duyduğu türden Alman kültürünü Wagner'in hararetle savunması onu hayranlık duyduğu Wagner'den uzaklaştıran sebepler oldu.

Eserleri


Wagner müzik dışında da eser verdi ama burada ünlü operalarından birkaçına değineceğiz. Oldukça canlı eserler veren Wagner, operalarında genelde kahramanlık destanlarını anlattı.

Der Ring des Nibelungen

Nibelung Yüzüğü (der Ring des Nibelungen), dört epik opera dizisinden oluşan bir sanat eseri: "das Rheingold", "die Walküre", "Siegfried", "Götterdaemmerung". Dizinin tam performansı dört gece, toplamda 15 saat sürüyor. Eski Yunan tiyatrosuyla şekillenen operaların ilk üçü trajedi, sonuncusu satir. Müzikleri kadar konusu da epik: Tüm dünyaya hükmedecek büyülü bir yüzüğün etrafında tanrıların, kahramanların ve birçok efsanevi yaratığım mücadeleleri anlatılıyor.

Bir saatlik versiyonunu dinlemek için: http://www.youtube.com/watch?v=-HujjNQPv2U

Tristan und Isolde

Tristan und Isolde üç perdelik bir opera. Ama Wagner bu eserini operadan öte bir tiyatro eseri olarak tanımlar. Bu eseri daha önce benzerine rastlanmamış, renklerin ve tınıların kullanımı ve öğelerin uyumuyla önemli bir yere sahip. Romantik müziklere sahip bu eserde efsanevi Tristan ve Isolde aşkının hikayesi işleniyor.

Dört saat kesintisiz hali için: http://www.youtube.com/watch?v=hVHNWn-2_TY

Die Walküre:

Die Walküre de üç perdelik bir opera. Nibelung Yüzüğü'nün ikinci, bestelenme sırası olarak üçüncü operası. Die Walküre, İskandinav mitolojisindeki savaşçı bakireler demek ve operada hangi askerlerin ölüp hangi askerlerin yaşayacağına karar veriyorlar.

Dört saat hem dinleyebileceğiniz hem de izleyebileceğiniz bağlantı: http://www.youtube.com/watch?v=1nuu9Rr1o9w

Die Walküre'nin en ünlü parçası olan "Ride of the Valkyries": http://www.youtube.com/watch?v=GGU1P6lBW6Q


Bertolt Brecht ve Epik Tiyatro

On parmağında onlarca marifet olan bir yazar Bertolt Brecht. Roman yazarı, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni, şair ve Marxist. Brecht'in tiyatroları 20. yüzyıla damgasını vururken bugün hala güncelliğini koruyor.

Bertolt Brecht, eserleri ve düşünceleri yüzünden ölümle burun buruna gelmiş, uzun yıllar sürgünde kalmış bir yazar. Hitler iktidara geçtiğinde eserleri sekteye uğrar ve idam korkusuyla doğup büyüdüğü Almanya'yı terk eder. Prag, Zürih ve Paris'te kısa süre kaldıktan sonra bir yazar arkadaşının davetiyle Danimarka'ya yerleşti. Birlikte yaşadıkları evde, Walter Benjamin dahil birçok ünlü konuk ağırladılar. Savaşın yaklaşmasıyla İsveç'te Stockholm'e yerleşir. Ama Hitler Norveç ve Danimarka'yı işgal edince Finlandiya'da Helsinki'ye yerleşerek bir süre ABD vizesinin çıkmasını bekler. Yaşamının son yıllarında Berlin'e geri döner, burada hayata gözlerini yumar. Mezarı halen Berlin'de.

Bertolt Brecht 58 yıla sığdırdığı zorlu yaşamında yazın ve tiyatro tarihinde önemli izler bıraktı. Marxist olan ve komünist olduğunu dile getiren Brecht, eserlerinde diyalektik materyalizmin eleştirel estetiğinin yaratılması üzerine çalıştı.

Epik tiyatro


Bertolt Brecht epik tiyatro, daha sonra kendi adlandıracağı üzere diyalektik tiyatro türünün kurucusudur. Epik tiyatroda adı geçen diğer sanatçılar arasında Vladimir Mayakovsky ve Erwin Piscator da bulunuyor. Epik tiyatro, siyasi bir amaç taşır. Tiyatronun elit sınıf dışında emekçi sınıfa hitap eden, halkın sorunlarını işleyen bir tiyatro olması savunulur.

Brecht'in epik tiyatroda kullandığı en önemli tekniklerden biri Verfremdungseffekt, yani yabancılaştırma efektidir. Bu tekniğin amacı seyirciyi oyundan kopuk hissettirmek, böylece sahnenin kurgusal gerçekliğine gömülmelerini veya karakterle aşırı empati kurmalarını engellemektir. Bunu sağlamak için oyunlarda parçalara ayırma, karşıtlık ve çelişkiden yararlanılır.

Bertolt Brecht'in Üç Kuruşluk Opera adlı eserinden eğlenceli bir sahneyi buradan izleyebilirsiniz (altyazısız):
http://www.youtube.com/watch?v=WFIlTonERS8
* Konu olarak, gelinlik giymiş aktrisin uygun bir koca arayışını ama hiçbir adayı beğenmeyişini anlatıyor. Ona iyi ve düşünceli davranan, yat kat sahibi olan, vb herkese "Nein!" diyor. Ama ona ters davranan, beş parası olmayan adaya "Ja" diyor.

Eserleri


Brecht'in Türkçede basılmış olan eserlerinden bazıları:

- 8 ciltten oluşan Bütün Oyunları
- Bertolt Brecht'ten Öyküler
- Epik Tiyatro
- Beş Paralık Roman (Sevgi Soysal çevirisi ve Walter Benjamin'in sonsözüyle)
- Günlükler 1-2
- Oyun Sanatı ve Dekor
- Radyo Kuramı ve Sinema Üzerine



Küçürek Öykü (Minimal Öykü) Nedir?

Çok kısa öykü, minimal öykü olarak da anılan küçürek öykü çok kısa ama bir o kadar yoğun bir öykü türüdür. Günümüzde birçok alanda sadeleştirmenin yanı sıra o alanın içinin boşaltılması, kolay tüketilir hale gelmesine sık sık rastlar olduk. ama küçürek öykü böyle değil. Birkaç sözcükle sizi duygu ve düşüncelere boğabilecek bir kuvvete sahip.

İlk bakışta "ben de yazarım ne var ki" demeyin çünkü bu öyküler yazarın dile hakimiyetini, sözcük dağarcığını, kurgu kabiliyetini, duygu ve düşünce dünyasının derinliğini gösterir. Ünlü bir örnek verelim:

"Satılık: bebek ayakkabıları, hiç giyilmemiş." (For Sale: baby shoes, never worn.)
Ernest Hemingway

Dünyada


Dünyada küçürek öykülerin birçok örneği mevcut. Yukarıda Ernest Heminway'den örnek vermiştik. Ama küçürek öykünün tarihi fabllarından tanıdığımız Ezop'a kadar uzanır. Asıl adı H. H. Munro olan Saki, duygusal öyküleriyle yürek parçalayan O. Henry, Fahrenheit 451 ile tanınan ama müthiş öykülere sahip Ray Bradbury'yi de usta kısa öykü yazarları arasında sayabiliriz.


Türkiye'de


Türkiye'de incelikli küçürek öykü örnekleri elbette bulunuyor. En başta Ferit Edgü ve merhum Hulki Aktunç bu alanda eser vermiş usta ve değerli yazarlarımızdan. Gün geçtikçe küçürek öykü dalında yepyeni eserler veren yazarlarımızın sayısı artıyor.

Örnek vermeden de olmaz tabii. İşte, Ferit Edgü'nün en çok alıntılanan ve incelemeye konu olan öykülerinden biri:

ÖÇ

Köyün en hoppa kızını, köyün en aptal gencine verdiler. Sayısız çocukları oldu ama hiçbiri o aptal gençten değildi.

Kurallar?


Küçürek öykülerin kuralları var mı? Kesin bir tanımı olmasa gerek. New York Times yayın editörü 55 kelime sınırı koyarken başka bir kaynak başlık yedi kelimeden fazla olmamalı diyor. Bu kurallar elbette dilden dile değişir. Kelime uzunlukları ve imla kuralları dillerde farklılık göstereceği için dünya çapında bir kural belirlemek pek mümkün görünmüyor. Bu arada küçürek öyküler yabancı dergilerde kelime sayısına göre değişik isimler almaya, küçürek öykü kendi içinde türlere ayrılmaya başladı bile.

İyi eserler verildikçe, türlerde çeşitlilik, edebiyatta zenginlik demektir. Daha nice küçürek öykülere!